‘Aklına kök salan karaçalıları, yüreğini basan ağır bulutları yumuşatıp, bir simyacı gibi aşka ve inceliğe dönüştürmeye çalışıyorum’.
Hırsız şair
Akıldan geçen, aklı basan bazı düşüncelerin; duygularımızı, hislerimizi etkilediğini biz terapistler kadar, insanların çoğu bilir
Bilişsel terapiye göre kendimizi iyi ya da kötü hissetmemize neden olan şey; olaylar, durumlar değil, bunlara bakış açımız, bunları yorumlama biçimimizdir. Olayları ve durumları değerlendirirken gerçekçi ve akılcı değerlendirdiğimiz gibi, bazen bir çocuk kadar hatalı değerlendirebiliyor, yorumlayabiliyor, düşünebiliyor ve bunun farkında olamayabiliyoruz.
Küçük bir çocuk: Öcünün gelip kendisini yiyebileceğini düşünüp korkabilir.
Noel babanın kendisine hediye getireceğini düşünüp sevinebilir.
‘Seni leylekler getirdi ‘ya da ‘internetten indirdik!’ Dersek, bir süre buna inanabilir.
Mesela bir bebek düşüp bir yerini masaya çarpar, canı yanar ve ağlarsa, bizde masaya vurarak:
– Bak bende onu dövdüm. Dersek, ağlaması durur. Rahatlar. Çünkü bunun karşılığında onunda canının yandığını düşünür. Yani masayı canlı olarak düşünür. İlginç olan; insanlıkta, düşünsel olarak böyle bir bebeklik döneminden geçmiş. Süreçte insan; ağaçları solduran, tarlaları yeşerten, rüzgarı estiren ayrı ayrı tanrılar olduğunu düşünmüş. Bu durumun mevsimsel bir döngü değil de, her birinin ayrı ayrı bir tanrının kudreti olduğunu varsaymış. Ve bu varsayımına inanmış. İnandığı için de, inandığı düşüncesine uygun davranışlarda bulunarak; adaklar adamış, kurbanlar kesmiş, törenler düzenlemiş.
Günümüzde bazı yerli kabileleri de Güneş tutulmasında Güneş’in kötü ruhlarla mücadele ettiğinin ve ateşinin söndüğü düşüncesine inanır. Güneş’e yardımcı olmak için ona doğru ateşli oklar fırlatır. Yani bir duruma, olaya, konuya bakış açımız, onu yorumlama biçimimiz, onunla ilgili aklımızdan geçen düşüncelere inanma derecemiz, duygularımızı ve davranışlarımızı belirler. Galileo ‘Dünya Yuvarlaktır’ dediğinde, Dünya’nın düz bir tepsi gibi olduğunu düşünenler bu düşünceye inandıkları için onu zindana attılar. Bu düşünceye inanmasalardı bunu yapmazlardı. Şimdi kanıtlarımız diyor ki: Bu düşünce gerçekçi değildir.
Öyleyse günlük hayatta da aklımızdan geçen düşünceler bazen geçekçi değil, bilimsel değil, düşüncemizin doğru olduğuna dair hiçbir kanıtımız yok. Ama biz o düşüncelere sorgulamadan inandığımız için, bazen kendimize gereksiz yere zindanlar oluşturuyoruz. Kaygılanıyor, korkuyor ya da üzülüyoruz.
Ben başaramam
Ben girişken değilim
Beni beğenmezler
Kesin reddedileceğim
Ne gereği var ki, zaten olmayacak
Oysa onlar bazen gerçekçi ve akılcı değil. Biz terapistler, yazının başında şairin dediği gibi, bazı düşünceleri aşka çevirmiyoruz belki, ama gerçekçi olmadığı halde bizi olumsuz etkileyen düşüncelere akılcı bakış açısıyla kaygı, depresyon, panik atak, takıntı, güvensizlik gibi durumları atlatmaya yardımcı oluyoruz.
Bu bağlamda gelecek yazıda, pratikte ilişkilerdeki düşünce hatalarını ve bunların yarattığı olumsuz duygularla nasıl başa çıkacağımızı, stresi nasıl denetleyeceğimizi. İlişkilerde nasıl daha mutlu olacağımızı? Paylaşmayı düşünüyorum. Bizi izlemeye devam edin saygılarımla,
Mahmut KIZILBOĞA